OSLO'DA EKMEK ARASI BALIK
Iskandinav ülkeleri her zaman ilgimi çekti. Yeşilin maviyle en vahşi biçimde bütünleştiği bu bakır topraklarda zaman neredeyse yok gibidir. Ya da zaman hızla akıp gider de biz farkına varamayız. Yaşamın durağan akışına teslim olan İskandinav insanı ise hep gizemli bir havaya sahiptir. Soğuk mavi gözleri ile hiç tanımadığı insanları şüpheyle süzen İskandinavlar, aradan zaman geçip karşısındakini tanıyınca dünyanın en sıcak kanlı insanı oluverir. Beni en çok çeken hangisi bilmiyorum, soğuk İskandinav diyarlarının sıcak insanları mı, yoksa her daim gri gökyüzünün melankolik cazibesi mi? Bu soruya cevap vermek zor ama nedeni ne olursa olsun ben İskandinavya yolculuklarını hep içimde tarifsiz bir sevinçle yapıyorum. Dünyanın yaşam kalitesi en yüksek ülkesi unvanını kimselere kaptırmayan Norveç'in neden bu kadar cazip olduğunu bu kez mutlaka kesfedeceğim. İskandinav ülkelerinin ne kadar pahalı olduğunu bildiğimden çok dikkatli hazırlanan bir bütçe ile hareket etmeye karar verdim. Toplam beş gün içinde vaktimi çok iyi kullanıp mümkün olan her yere girmeyi kafama koymuştum bir kere ama, geri döndüğümde pişman olmamak için çok titiz davranmak zorunda olduğumun da farkındaydım. Malum İskandinav ülkelerinde en büyük harcama kalemi ulaşım! Aslında İskandinavya'nin en cömert cüzdanları bile yaktığı söylentileri pek doğru değil. Bunu daha önceki seyahatlerimden edindiğim tecrübelere dayanarak söylüyorum. İnsan önceliklerini belirlerse ekonomik yolculukları pek ala mümkün kılabiliyor. Dedim ya, biraz dikkatli olmak gerekiyor sadece. Hele rota Kuzey Avrupa ise!
Oslo uçağının kalkmasına dakikalar kala heyecanım giderek artıyor. Avrupa'nın ekonomik krizlerle giderek daha fakirlestiği söylentileri hızla yayılırken, bu dünyanın insanlara en yüksek yaşam kalitesini sunan ülkesinde son durum ne acaba? Sadece 3 saat sonra Norveç'in başkenti Oslo'da olacağımı düşünerek keyifle arkama yaslanıyorum. Kemer ikaz ışıklarının sönmesiyle uyanınca, hayatımda ilk kez uçak kalkmadan uykuya daldigimi farkedip eskiden tedirginlik veren uçak yoculuklarını nasıl da kaniksadigimi düşünüyorum. Dünyayı oyun alanına çevirdiğimden beri çok şey değişmiş bende...
işte kuzeyin en heyecan verici ülkesine doğru uçuyorum. Yanımda oturan hanım yaşadığı ülkenin güzelliklerini anlata anlata bitiremiyor. Zaten macera için Norveç'i seçmemin en önemli nedeni ülkenin el değmemiş vahşi doğası. Fiyortlara kavuşmaya can atıyorum.
Norveç semalarına gelince gözlerim artık yeşil rengin hakimiyetine giriyor. Her yer, herşey tek renk. Baştan başa yeşile boyanmış bir tiyatro sahnesinin ehemmiyetsiz bir figuraniyim sanki, ya da daha önce hiçbirşey yeşil değilmiş de ben bu hali yeni kesfediyormusum gibi yabancıyım artık herşeye. Hani insan tanımadığı bir ortama girince aceleyle herşeyi ürkek gözlerle inceler ya, ben de çocuk gibi uçak tekerleklerini yere degdirmeden bu yeni dünyanın her ayrıntısını belleğime kazımaya çalışıyorum.Metal kuş, rengarenk evlerin arasından süzülerek Oslo Gardormoen Havaalanına iniyor. Pasaport kontrolüne gelince sempatik görevli güleryüzle Norveç'e geliş sebebimi sorunca, hiç düşünmeden cevabı yapıştırıyorum. "Doğa...Muhteşem güzellikteki bakir doğa!"
Oslo'ya ulaşmanın bir kaç yolu var. En kolay seçenek taksi ama bu yöntem biraz tuzlu. Şehir merkezine taksiyle girmek isterseniz en az 80 Euro civarı para ödemeniz gerekiyor. Bütçeyi daha ilk dakikada sarsmak istemeyenler için diğer alternatifler tren ya da otobüs. Çevreyi görmenin avantajını düşünüp otobüse binmeye karar verdim. 20 Euro yarım saatlik yolculuk için kuzey standartlarını göz önüne aldığımızda son derece uygun. Masmavi gökyüzü kenti sonbaharın kasvetli havasından uzak tutuyor oysa bu mevsimde İskandinav ülkeleri çoktan can yakıcı soğuğun etkisine girmiş olmalı. İstanbul'dan daha ılık havası ile Oslo bana tatlı yüzünü gösterdiği için gözümde iyice sevimli hale geliyor. Daha önce rezervasyon yaptırmadığım için önceliğim otel bulmak. Terminaleden çıkar çıkmaz kalabalık bir caddede yürümeye basliyorum Keyfim iyice artıyor. Sokaklar insan dolu. Rengarenk kıyafetleri içinde koşar adım yürüyen istisnasız hepsi sarışın Oslolular bir yerlere yetişme telaşında. Dünyanın her yerinde olduğu gibi sabah saatlerinde caddeler kalabalık, kahve dükkânlarının önünde kuyruklar var. Önüme çıkan ilk kafeden sıcak bir kahveyle kurabiye alıp nereye gideceğimi bilmeden yürümeye koyulunca dikkatimi onca sarısının arasında esmer tenli insanlar çekiyor. Havalanı çıkışında gördüğüm turistler değil bunlar. Dolaştıkça sayılarının çok fazla oldugunu farkediyorum. "Norveç'in yumuşak göçmen politilarindan yararlanarak bu ülkeye yerleşmiş Asyalı ve Afrikalılar" diye düşünüyorum. Asinda sosyal gozlemlerden cok kalacak bir yere ihtiyacim var.Baktığım her yerde otel tabelaları var, içimi rahatlatan bir görüntü bu. Demek ki köprü altında gecelemeyeceğim.İstanbul'da internette küçük bir otel araştırması yapmıştım. Norveç'in en büyük otel zincirlerinden birini Thon olduğunu bildiğimden adım başı farklı bir Thon oteliyle karşılaştım. Aker Brygge otelinin önüne gelince hemen içeri girip fiyat sordum, görevi tek odaları kaldığını söyleyince odayı görmeye karar verdim. Penceresi dar, karanlık bir odaydı. Teşekkür edip şansımı başka bir yerde denemeye karar verdim, nasıl olsa alternatif bol. Thon Otel Münch hem şehir merkezinin tam ortasında hem de çok keyifli bir yer. 50 Euroluk fiyatı öğrenince dışarı bakan oda şartıyla burada kalmaya karar verdim, çok da isabetli bir karar oldu.
Yarım saat içinde düş alıp kendimi sokaklara attım. Her yer tertemiz. Caddeler düzenli, otobüs durakları lüks. Bakımlı binaların arasından sessizce geçen tramwaylar, yemyeşil parklar. Zengin bir ülkede olduğum hemen anlaşılıyor. Carl Johans Gate caddesi kentin en önemli alışveriş merkezi. Dükkanlar, kafeler, barlar, marketler hepsi burada. Barselona'daki Las Ramblas cadesinin İskandinav versiyonu. Cadde öğle saatlerinde giderek kalabalıklaştı. Zaten topu topu altı yüz binlik nüfuslu bu küçük başkentte nereye giderseniz gidin sonunda bu kalabalık caddeye çıkıyor yollar. Grand Otel caddenin en görkemli yapısı. Son derece sık ve pahalı olan bu otel dünyaca ünlü konukları ağırlamasıyla ünlü. Parlamento binası ve Kraliyet sarayı da bu caddenin üzerinde. Saray son derece mütevazı. Halka açık parkında insanlar geziniyor, özgürce banklara serilmiş sohbet ediyor. Sivil toplumun en önemli göstergesi üniformalıların azlığı bence. Bir kaç nöbetçi dışında hiç polis yok.
Sarayın hemen yakınında Oslo Üniversitesi var. Bu kadar küçük bir şehirde üniversite de aynı oranda küçük. Koridorlarında dolanıp bir süre ders dinleyen öğrencileri seyrettim. İngiliz Edebiyatı mezunu üstelik her daim öğrenci kalmış biri olarak üniversite koridorlarında Norveç'in ünlü oyun yazarı Henrik ıbsen'i anmamam olası değil elbette. (Keşke tekrar edebiyatla dolu günlerime dönebilsem).
Kentin içinde kuş cıvıltıları her yerde, insanın yarattığı müziğe hiç ihtiyaç yok buralarda. Mutlu kuşlar neşeyle kendi şarkılarını söylüyor. Ara sokaların arasına dalınca tipik Avrupa ile karşılaşmak beni hiç şaşırtmıyor tabi. işsiz sokaklarda yürüyen tek kişi yok, her yer bomboş. Avrupa'nin heryerinde olduğu gibi burada da sokak kedileri, köpekleri yok. Onlar olmayınca da sokakların ruhu yok. Herkes Johans Caddesinde herhalde. Geniş pencereli evlerde perde kullanana pek neredeyse hiç yok gibi. Özenle döşenmiş evleri çaktırmadan inceleyerek yürümeye devam ediyorum. Martı sesleri beni limana doğru sürüklemeye başladı bile. Limanda yanyana sıralanmış balıkçılar birden ne kadar acıktığımı hatırlatıyor. Soğuk deniz balıklarının tadına bakmak için harika bir fırsat. Norveç mutfağının öyle abartılacak bir yanı olmadığı için tüm gezi boyunca balık yemek en güzeli. Tattığım her balığın ayrı bir lezzeti var. Sahilde insanları, tekneleri seyrederken ekmek arası balık yemek inanılmaz keyif verici bir durum. Böylece kendime birkaç euroya harika bir öğle yemeği ziyafeti armağan ettikten sonra Vigeland Park'a doğru yürüyorum, ilginç bir yer burası. Oslo Belediyesi heykeltraş Vigeland'dan bir park tasarlamasını isteyince sanatçı burayı bir açık hava müzesine dönüştürmüş. Parkta insanın yaşamdaki her halini gösteren yüzlerce heykel var. Yirmi yıllık emeğin ürünü bu bronz heykellerin hepsi çok etkileyici. Burada da esmer tenli göçmenler bir hayli fazla. Üstelik sayıları o kadar çok ki, dikkat çekiyorlar. Norveç'in engin hoşgörüsünden yararlanıp buraya yerleşmişler diye düşünüyorum içimden.
Bir polisin yanına gidip gezebilecegim yerleri soruyorum. Büyük bir ciddiyetle kentini anlatıyor bana. Sabırla. Uzun uzadıya. İstanbul'dan geldiğimi duyunca ilgisi bir kat daha artıyor. Bu kez o soruları sıralamaya başlıyor bana. İstanbul'un büyüsüne kapılanlardan biri olduğunu anlata anlata bitiremiyor. Keyifli, sıcak, dost canlısı insanların şehrinde ayaklarımı beni akşam güneşinin kızıla boyadığı gökyüzünün altına batıya sürüklüyor. Birden dev bir martı yanıma konuveriyor. Kuzey ışıklarının izinden usulca yürüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder