İskandinav ülkeleri her zaman ilgimi çekti. Yeşilin maviyle en vahşi biçimde bütünleştiği bu bakir topraklarda zaman neredeyse yok gibidir. Ya da zaman hızla akıp gider de biz farkına varamayız. Yaşamın durağan akışına teslim olan İskandinav insanı ise hep gizemli bir havaya sahiptir bu hava onlara haksız bir şöhret de kazanmıştır. Soğuk mavi gözleri ile hiç tanımadığı insanları şüpheyle süzen İskandinav insanı aradan zaman geçip karşısındakini tanıyınca dünyanın en sıcak kanlı insanı oluverir. Beni en çok çeken hangisi bilmiyorum, soğuk İskandinav diyarlarının sıcak insanları mı, yoksa her daim gri gökyüzünün melankolik cazibesi mi? Bu soruya cevap vermek zor ama nedeni ne olursa olsun ben İskandinavya yolculuklarını hep içimde tarifsiz bir sevinçle yapıyorum.
Bir türlü dolaba kaldıramadığım bavulumu toplayıp rotayı kuzeyin prensi Norveç'e çevirdiğimde o kıpır kıpır heyacan yine içime sokuluverdi. İskandinav ülkelerinin ne kadar pahalı olduğunu bildiğimden çok dikkatli hazırlanan bir bütçe ile hareket etmeye karar verdim. Toplam 5 gün içinde vaktimi çok iyi kullanıp mümkün olan her yere girmeyi planlıyordum tabi bu da oldukça şişkin bir maliyet anlamına geliyordu. Malum İskandinav ülkelerinde en büyük harcama kalemi ulaşım...
Türk Hava Yolları'nın Oslo seferinin kalkmasına dakikalar kala heyecanım giderek artıyordu. Umduğumdan daha kalabalık uçağın penceresinden aceleyle çalışan kargo işçilerini seyrederken İstanbul'u çok sevdiğimi düşünüyordum. Sadece 3 saat sonra Norveç'in başkenti Oslo'da olacağımı düşünerek keyifle arkama yaslandım. Kemer ikaz ışıklarının sönmesiyle uyandım, hayatımda ilk kez uçak kalkmadan uykuya dalmışım. THY'nin nazik hostesi ne içeceğimi sorduğunda yanımda parıldayan güneşin sıcağıyla keyfim iyice yerine geldi...
İçim kıpır kıpır...Kuzeyin en heyecan verici ülkesine doğru uçuyorum. Yanımda oturan hanım yaşadığı ülkenin güzeliklerini anlata anlata bitiremiyor. Zaten tatil için Norveç'i seçmemin en önemli nedeni ülkenin el değmemiş vahşi doğası. Fiyortlara kavuşmaya can atıyorum.
Norveç semalarına gelince uçsuz bucaksız yeşille buluşmanın zevki beni daha da heyecanlandırdı. Rengarenk evlerin arasından süzülerek Oslo Gardormoen Havaalanına indik. Pasaport kontrolüne gelince sempatik görevli güleryüzle Norveç'e geliş sebebimi sordu, hiç düşünmeden doğa dedim. "Muhteşem güzellikteki bakir doğa!"
Oslo'ya ulaşmanın bir kaç yolu var. En kolay seçenek taksi ama bu yöntem biraz tuzlu. Şehir merkezine taksiyle girmek isterseniz en az 80 Euro civarı para ödemeniz gerekir. Diğer alternatiflerse tran ya da otobüs. Çevreyi görmenin avantajını düşünüp otobüse binmeye karar verdim. '0 Euro yarım saatlik yolculuk için kuzey standartlarını göz önüne aldığımızda son derece uygun. Şehir merkezine gidene kadar yeşilin her rengini hayranlıkla seyrettim. Masmavi gökyüzü kenti sonbaharın kasvetli havasından uzak tutuyor oysa bu mevsimde İskandinav ülkeleri çoktan yakıcı soğuğun etkisine girmiş olmalı. İstanbul'dan daha ılık havası ile Oslo bana tatlı yüzünü gösterdiği için gözümde iyice sevimli hale geliyor. Daha önce rezervasyon yaptırmadığım için önceliğim otel bulmak. Terminaleden çıkar çıkmaz kalabalık bir caddede yürümeye başladım, sokaklar insan dolu. Rengarenk kıyafetleri içinde koşar adım yürüyen istisnasız hepsi sarışın Osloluları bir yerlere yetişme telaşında. Dünyanın her yerinde olduğu gibi sabah saatlerinde caddeler kalabalık, kahve dükkanları müşterilerle dolu. Önüme çıkan ilk kafeden sıcak bir kahveyle kurabiye alıp yolda nereye gideceğimi bilmeden yürümeye koyuldum. Baktığım her yerde otel tabelaları, içimirahatlatan bir görüntü bu. Demek ki köprü altında gecelemeyeceğim. İstanbul'da internette küçük bir otel araştırması yapmıştım. Norveç'in en büyük otel zincirlerinden birini Thon olduğunu bildiğimden adım başı farklı bir Thon oteliyle karşılaştım. Aker Brygge otelinin önüne gelince hemen içeri girip fiyat sordum, görevi tek odaları kaldığını söyleyince odayo görmeye karar verdim. Penceresi dar, karanlık bir odaydı. Teşekkür edip şansımı başka bir yerde denemeye karar verdim, nasıl olsa alternatif bol. Thon Otel Munch hem şehir merkezinin tam ortasında hem de çok keyifli bir yer. 50 Euroluk fiyatı öğrenince dışarı bakan oda şartıyla burada kalmaya karar verdim, çok da isabetli bir olmuş.
Yarım saat içinde dul alıp kendimi sokaklara attım. Her yer tertemiz. Caddeler düzenli, otobüs durakları lüks. Bakımlı binaların arasından sessizce geçen tramwaylar, yemyeşil parklar. Zengin bir ülkede olduğumuz hemen anlaşılıyor.
Carl Johans Gate caddesi kentin en önemli alışveriş merkezi. Dükkanlar, kafeler, barlar, marketler hepsi burada. Barselona'daki Las Ramblas cadesinin İskandinav versiyonu. Cadde öğle saatlerinde giderek kalabalıklaştı. Grand Otel caddenin en görkemli yapısı. Son derece şık ve pahalı olan bu otel dünyaca ünlü konukları ağırlamasıyla ünlü. Parlamento binası ve Kraliyet sarayı da bu caddenin üzerinde. Saray son derece mütevazı. Halka açık parkında insanlar geziniyor, özgürce banklara serilmiş sohbet ediyor. Sivil toplumun en önemli göstergesi üniformalıların azlığı bence. Bir kaç nöbetçi dışında hiç polis yok.
Sarayın hemem yakınında Oslo Üniversitesi var. Bu kadar küçük bir şehirde üniversite de aynı oranda küçük. Koridorlarında dolanıp bir süre ders dinleyen öğrencileri seyrettim. İngiliz Edebiyatı mezunu her daim öğrenci kalmış biri olarak üniversite koridorlarında Norveç'in ünlü oyun yazarı Henrik Ibsen'i anmama olası değil elbette. (Keşke tekrar edebiyatla dolu günlerime dönebilsem).
Kentin içinde kuş cıvıltıları her yerde, insanın yarattığı müzige hiç ihtiyaç yok buralarda. Mutlu kuşlar neşeyle kendi şarkılarını söylüyor. Ara sokaların arasına dalınca tipik Avrupa ile karşılaştım tabi. Issız sokaklarda yürüyen tek kişi yok. Herkes Johans Caddesinde herhalde. Geniş pencereleri evlerde perde kullanan neredeyse hiç yok gibi. Özenle döşenmiş evleri çaktırmadan inceleyerek yürümeye devam ediyorum. Martı sesleri beni limana doğru sürüklemeye başladı bile....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder